8 Nisan 2012 Pazar

DÜŞÜNCE GÜCÜYLE TEDAVİ


Yazarı: Louise Hay
Yayınevi: Altın Kitaplar Yayınevi
Sayfa Sayısı: 208
Türü: kişisel gelişim, alternatif tıp
Okuma Sürem: 9 gün
Konusu: Yazar kitapta bütün fiziksel hastalıkların kötü duygu ve düşüncelerden kaynaklandığını öne sürüyor. Ve içimizde böyle düşünceleri biriktirmezsek ve düşünce şeklimizi yenilersek her türlü hastalığı  yenebileceğimizi.
Derkenar: % 100 olmasa bile bu teorinin doğruluğuna inanıyorum. Evet, bazı hastalıklar kalıtsal olabilir ve bunlara yatkın olabiliriz. Ama önemli hastalıların genellikle duygusal açıdan zayıf durumda olduğumuz zamanlarda ortaya çıkması bir tesadüf olmasa gerek. Çünkü böyle zamanlarda direncimiz azalır. Yazar berbat bir çocukluk geçirmiş. Şiddet ve tecavüzlerle dolu bir gençlik. Zerre kadar kendine güveninin ve hayata inancının olmadığı bir dönemde doğru düşünmeyi öğrenmiş. Ve ileriki yıllarda kansere yakalandığında hiçbir tıbbi tedavi görmeksizin bu hastalığı yalnız olumlu düşüncelerle yenmiş. Mutlaka okunması gereken bir kitap. Vakit kaybetmeden okuyun, çünkü hayat olumsuz düşüncelerle harcanmayacak kadar kısa.
Düşündüren Cümleler:
·         Yaşamınızda değişiklik yapmayı gerçekten istiyorsanız, olumsuzluklarla savaşmak zamanınızı boşa harcamaktan başka bir şey değil. İstemediğiniz şeyler üzerine daha çok düşündükçe, daha çok istemediğiniz şeyler yaratacaksınız.
·         Sürekli hayatınızda ne olmasını istiyorsanız o cümlelerle kendinizi ifade edin.
·         İstediğiniz şeylere sahip olmaya layık olduğunuza inanıyor musunuz? Eğer inanmıyorsanız, sahip olamazsınız. (bu cümlelerin doğruluğunu yaşamımda defalarca kez gördüm.)
·         Beden Zihin ve Ruh. Üçünden birini bile ihmal edersek eksik kalırız, bütün olamayız.
·         Eğer bu insanlardaki niteliklerin sadece iyi yönlerini görürseniz, size de göstereceği bu nitelikler olacaktır. Başkalarına öbür türlü davransa bile.
·         Sahip olduğunuz şeye duyulan şükran artmasını sağlar. (Aklın yolu bir anlaşılan. Söyleyen kişi 1400 yıl önce yaşamış olan Peygamberimiz de olsa, 2. Milenyumda yaşayan Amerikalı bir Kişisel Gelişim uzmanı da olsa.)
·         Kendinizi daha çoğuna layık gördüğünüzde, daha çoğu size gelecektir.
·         Bizi yaratan GÜÇ (Allah), hayatımız boyunca yetecek nefesi bize verdiğine göre, neden tüm diğer ihtiyaçlarımızın da karşılanacağına güvenmiyoruz? (teslimiyet)
·        

1 Şubat 2012 Çarşamba

Bir Gün


                                                        

Kitabın Adı: Bir Gün
Yazarı:Davıd Nıcholls
Yayınevi: Pegasus
Sayfa Sayısı: 535
Okuma Sürem: 2 gün
   Kitapla Tanışmamız:Tıpkı Osmancık gibi öncesinde filmini izlediğim bir kitap… Aslen çok film izleyen biri olmamama rağmen ikidir böyle filmini izlemiş olduğum kitapları okuyorum.
   Aylarca raflarda görüp hafif bir merak duyduğum halde belki de günümüzde yazılan aşk hikayelerine olan önyargım yüzünden alıp okumaya yeltenmediğim bir kitaptı. Filmi çıktığındaysa Anne Hathaway sevdiğim bir oyuncu olduğundan yakın bir arkadaşımla filme gitmeye niyetlenmiştim. Ama son anda planımız iptal oldu ve ben bir daha fırsat bulamadığımdan filmi izleme fırsatı da yatmış oldu. Geçenlerde filmi internetten izledim. Filmi beğenseydim kitabı okumak için heveslenebilirdim ama filmi çok başarılı bulmadım. Aradan zaman geçti. Birkaç gün önce İngilizcesi benden çok daha iyi olan ablam kitabın İngilizcesini okumaya başladı. Aslında epey hızlı gitmesine rağmen sonunda dayanamayıp Türkçesini almış. Böylece nihayet bende kitabı okuyabildim.
   Konusu: Üniversitenin mezuniyet gecesinde tanışan Emma ve Dexter yıllardır arkadaştırlar. İşçi bir aileden gelen idealist ruhlu Emmanın gurur ve utangaçlığı, zengin bir ailenin oğlu olan hovarda ruhlu Dexter’ın ise Emmaya hiçbir zaman yeterince odaklanamayışı aralarındaki büyük aşkı fark etmelerine engeldir…
Düşündürdükleri:
·         Kitabın konusuna bakıldığında aslında son derece klişe görünüyor. Kitabı başından beri okumamamın sebeplerinden biri de buydu sanırım. Konuyu okumuş ve “Yine mi.?” demiştim. Gerek fakir kız zengin oğlan konusu, gerek trajik sonu… Bu klişe konu günümüz dünyasına adapte edilmiş. Ama bir şeyler eksik olmalıydı ki ben kitabı beğenmeme rağmen tutkuyla sevmedim. Sanırım kitaptaki eksik de buydu. Yıllar süren bekleyişin sonunda son derece basitçe -özel sözler, gözyaşı, yada ilginç bir sahne olmadan- bir araya gelişleri, son bölümde Dexter'ın sadece iki yıl sonra yeni bir sevgili bulması ve en kötüsü de beraber 3-4 yıl geçirdikten sonra sanki aralarındaki sıradan ve öylesine bir ilişkiymiş gibi sıkılmaya başlamaları… Bunun açıklaması gerçekçilik de olamaz bence çünkü iki insan birbirini sevdiğinde 3-4 yıl, en azından monotonlaşmak için yetersizdir. Ki aralarındaki ilişki öyle sıradan bir aşktan ibarette değil. Uzun lafın kısası kitapta da tıpkı filmde olduğu gibi tutku eksikti. Ve bu da benim günümüz aşk hikayelerine olan olumsuz bakışımı perçinledi. Son zamanlarda olan her şey gibi kitapta bir parça yüzeysellik hakimdi.
·         Kitapta çok başarılı bulduğum kısımlardan biri Dexter’ın sarhoş bir halde annesini ziyarete gittiği bölümdü. Sarhoş, hap kullanan darmadağınık yaşayan bir insanın durumu, o kafa karışıklığı mükemmel yansıtılmış.
·         Zamanın insanlara ve ilişkilere yaptıkları da çok iyi anlatılmış. 20li yaşlarda yakışıklılığı sayesinde Dexter’ın yıldızı parlarken 30’larda zekası sayesinde Emma öne çıkıyor ve Dexter çekiciliğiyle beraber şöhretini de kaybediyor. Ama ikisi de sürekli bir eksiklik içinde. Buraya kadar tamam ama bir araya geldiklerinde artık kendilerini tamamlanmış hissetmeleri, o mutsuzluktan kurtulmaları gerekmez miydi. Ama öyle olmadı. İşte tutku eksikliği derken bundan bahsediyorum.
·         Kitap eleştirisinin dışına çıkmak istemem ama kitabı okurken onların maddi durumlarının ve buna bağlı olarak karakterlerinin bir araya gelememelerinde beklide 1 numaralı unsur olduğunu görüyoruz. Ama filmde onların maddi durumları, aile kökenleri yeterince iyi verilemediğinden film insana manasızmış gibi geliyor.
·         Ve son olarak yazarın dilini çok eğlenceli bulduğumu belirtmeliyim.

Derkenar:
·   "Üniversite şehrinde yaşamak herkesin ayrıldığı bir partide tek başına kalmak gibiydi."
·    "“Şaka, şaka” demek, insanın aslında tam da kastettiği şeyi söylemiş olduğu manasına gelirdi."
·    "Eğer okulda öyle parlak, iyi görünümlü ya da popüler değilsen ve günün birinde bir şey söylediğinde biri buna gülerse,buna dört elle sarılırsın, öyle değil mi?"
         (Aslında genelde popüler olup kabul gören kişiler doğal davramakta özgür olurlar bu yüzden hiçbir zaman samimiyetsiz, kendini tekrarlayan durumuna düşmezler. Böyle olmayan kişilerin durumuysa yukarda anlatılan gibi maalesef… )
   

25 Ocak 2012 Çarşamba

Osmancık



Kitap: Osmancık
Yazar: Tarık Buğra
Yayınevi: Ötüken
Sayfa Sayısı: 356
Tür: Roman
   Okuma sürem: 21 gün! Yazarken şaşırıyorum. Yirmisi sınavların, işlerin yüzünden yollarda, yatmadan önce hep birkaç sayfayla yetinilmiş günler. Bugün nihayet boşluk bulunca oturup kalan 100 kadar sayfayı bitirdim çok şükür.
   …Ve kapağı kapattım. O ilk tesir üzerimdeyken birkaç saniye kapağa takılı kaldı gözlerim. Tekrar ettim son sözleri. “O dünyada bir garip yolcu idi.” Sonra da ilk işim bilgisayarı açıp sağ tuş menüsünden yeni bir belge açmak oldu.
   Konusu: Kitap Osmanlı devletinin kurucusu, önce Osmancık sonra Osman Bey ve Osman Gazi olan Osman Gazi Han’ı anlatıyor. Toy Osmancık hallerini ve sonra Zümrüdüanka’sı Malhun hatunu bulmasını. Onunla birlikte Osmancıktan sıyrılıp Osman Gazi Han’a doğru yol almasını. Ve şeyhinin ona yıllar önce söyleyip onun ancak ölmeden evvel anladığı “Doğru, dünya büyüktür. Fakat bir ömür için, tek bir insan içindir bu büyüklük. Bir soy için değil; bir soyun benimseyeceği, bir soya benimsetilecek bir amaç , bir ülkü, bir inanç için değil!” sözlerini…
   Düşündürdükleri: Kitap güzeldi. Daha iyisi de olabilirdi. Bazı kısımları gözlerim hızla taradı. Bazı yerlerde hiç zorluk çekmeden kapağı kapatıp yerine bırakabildim kitabı. Bazı sözcükler ise büyülüydü. Düşüncenin verilişi sözler. Yazar o sözleri o anın içine öyle iyi adapte ediyor ki bir süre sonra Osman Gazi'nin tam da böyle bir düşünce yaşadığına, belki her davranışının altında bu düşüncelerin yattığına inanmaya başlıyorsunuz. Romanlarda gerçek karakterlerin kullanılmasının en güzel yanı da bu bence. Okurken yazar ne kadar güzel kurmuş demiyorsunuz. Anlatılan kişinin gerçekten var olduğunu bildiğinizden anlatılanları anında ona hasrediyorsunuz. Tabii başarılı bir yazarsa. Ben Tarık Buğra'yı başarılı buldum. Özellikle koca bir ömrü bir kitaba sığdırma bakımından. Yaşamının her dönemini  Osman Bey'in gelişim ve değişimini verebilme bakımından. Ve anlatılanları kabullendik. Kafamızdaki Osman Bey profiline dair çoğu şeyin aslında Tarık Buğra'nın kurgusu olduğunu fark ettim. Meğer kafamızdaki Osman Bey'in yaratıcısı büyük ölçüde Tarık Buğra'ymış. Kitabın başarısı da burada yatıyor zaten.
Derkenar:
·        " İnegöl Kalesi ele geçirildiğinde Tekfürü Aya Nikola’nın kişisel serveti yığılır. Sırf altınlar bağdaş kurmuş bir adam boyunu bulmaktadır. Kendisinin tek kuruş serveti olmayan Osman Beğ bu durum karşısında şaşırınca yanındaki yoldaşı gülümser:
- Beğ milletine, milleti tekfüre… anlaşılan budur benim beğim."
·         "Nal sesinden iyi anlar Gazi Han.
Hep aynı yollarda, aynı hızda gitseler veya gelseler de, nallar sevinmekte midir, yerinmekte midir,  bilir o."



5 Ocak 2012 Perşembe



İNGİLİZ CASUSLARININ İTİRAFLARI

Yazın annem kütüphanesini düzenlerken birkaç kitabı okumam için ayırmış. Bu kitap da onların arasındaydı. Tabii kafam her zaman okunması gereken bir sürü kitapla dolu olduğundan bu kitap rafımın bir köşesinde aklımdan çıkıp gitmiş. Nihayetinde okumak nasip oldu ve yazmaya karar verdim.
Kitap İngiliz casusu Hempher’in ağzından yazılmış. 1700’lü yıllarda İngiliz casusların en tanınmış olanı… Hemher Necdli Muhammed isimli kişiye Vahhabiliği nasıl kurdurduğunu anlatıyor. Necdli Muhammed dört büyük mezhebe ve dört büyük halifeye kesinlikle riayet etmeyen biri. Yalnızca Hadis ve Kuran bilgisiyle hareket etmemiz gerektiğine inanıyor. Fakat müctehid değil. Cahil, cahil olduğu gibi kibri onu cehaletini farketmekten de alıkoyuyor. Hempher onunla dostluk kuruyor ve birlikte ayet ve hadisler hakkında yorumlar üretmeye başlıyorlar.  Hempher zamanla onu içkinin haram olmadığına indırıyor ve Necdli Muhammed'i her geçe gün daha fazla uyuşturmaya ve kendine bağlamaya başlıyor. Bir gün ona Peygamber Efendimiz'i rüyasında gördüğünü ve kendisine Necdli Muhammed'in bir mezhep kurması gerektiğini söylediğinden söz ediyor. Zamanla bu fikri Necd'li Muhammed'e iyice empoze ediyor. Böylece ahmak ve kibirli bir müslümana bir İngiliz casusun üç beş telkini yetmiş oluyor. 
Kitapta Hempher zaman zaman “Bu iyi insanlarla niye uğraşıyoruz” yahut “Aslında Müslümanlar şii-sünni meselesini çözseler çok güçlü olurlar” diye düşünecek olduğunda nazırlıktan hemen “Sen onların nasıl düzeleceğini düşünmekle yükümlü değilsin, aralarındaki ayrılığı kuvvetlendir” diye emir alıyor. İngilizlerin Müslümanlar üzerindeki esas tekniği "böl, parçala, yut."tur. Kitapta casusların yaptığı en önemli çalışmalar hep bu yönde. Müslümanların arasındaki ayrılığı ellerinden geldiğince kuvvetlendiriyorlar ki, her bir küçük ve güçsüz topluluğu çiğneyip geçmek daha kolay olsun. Kitapta söz edilmese de bütün bunların gerisinde İngilizlerden daha büyük bir güç var. O o devirlerde henüz bu günkü gücüne ulaşmamış bulunan mason locasıdır.
Ayrıca kitap, ingiliz casusluk teşkilatının yaptığı diğer çalışmalara dair de epeyce ayrıntılı bilgiler veriyor. Ve özellikle, tekrar tekrar vurgulanan düşünce şu. "İngilizlerin asıl düşmanı müslümanlardır."Bu yüzden casusluk teşkilatı bilhassa müslümanları alt etmek adına çok ciddi çalışmalarda bulunmuş. Teşkilatta geçen bir sahne şöyle anlatılıyor;
  “Yuvarlak masanın etrafında 10 adam oturuyordu. Onların birincisi Osmanlı Padişahının kıyafetindeydi.İkincisi Şeyh-ul-islamın kıyafetindeydi. Üçüncüsü İran şahının, dördüncüsü İran sarayındaki vezirin, beşincisi şi’ilerin tabi oldukları Necefteki büyük alimin kıyafetindeydi.
   Sekteter: “Bu beş kişi oradaki beş kişiyi temsil eder. Onların ne düşündüğünü anlamak için asılları gibi yetiştirdik. Biz oralarla ilgili elimizdeki bilgileri, bunlara bildiriyoruz. Bunlarda kendilerinin oradakilerin yerinde kabul eder. Biz onlara soruyoruz onlarda bize cevaplıyor. Bizim tesbitimize göre buradakilerin cevabı, onların cevabına yüzde yetmiş mutabıktır. İstersen tecrübe mahiyetinde bir şeyler sorabilirsin. Nasıl olsa daha önce Necefteki alimle görüşmüştün” dedi. Necefteki alime sorduğum soruları ona da sordum. Bu adamın cevapları Necefteki şi’i aliminin cevaplarına birebir mutabıktı.”
   Bunları okuyupta dehşete düşmemenin imkanı yok. Bu insanlar nasıl onların bildiği her şeyi bilir ve ne cevap vereceklerini nasıl tahmin ederler?
  Kitapta ayrıca İngilizler'in Müslümanlar'ın mahvı için bin sayfalık bir kitap hazırladıklarından söz ediliyor. Kitapta anlatılan en temel konular şöyle özetlenmiş;
"Alimlere kötü isnadlarda bulunup aleyhlerine adi ithamlarda bulunarak, Müslümanların onlardan soğumalarını temin etmek lazımdır. Casuslarımızın bir kısmını onların kıyafetine sokacağız. Sonra bunlara çirkin işler yaptıracağız.Böylece bunlar alimlerle karışacaklar ve her alimden şüphe edilecek.(Hacı hoca da bunları yapıyorsa diyenlere...) Müslümanları alimlerden soğutmak için kolejler açacağız. Buralarda Rum ve Ermeni çocuklarını Müslümanlara düşman olarak yetiştireceğiz. Müslüman çocuklarına da kendi ecdadlarının cahil olduğunu aşılayacağız. Bu çocukları Halife ve alimler ve devlet adamlarından soğutmak için, onların hatalarını kendi zevkleri ile meşgul olduklarını aşılayacağız. Halifenin cariyelerle meşgul olup, halkın malını kötü yönde kullandığını aşılayacağız."
Yani şu anda okullarda dahi okutulan bilgiler İngilizlerin uydurmasıdır. Özgür düşünceyi savunan onca insan "artık halife yok. laik ülkedeyiz. özgür düşünüyoruz." diyen onca insan İngilizlerin İslam'ı batırmak adına kendilerine söylettiklerini tekrarlamaktan ötesini yapmıyor. Hak ile dolmamış bir kalbi batılların işgal etmemesi mümkün mü? özgür ve tarafsız olduğunu iddia eden kimse modern dünyada güç kimin elindeyse onun emrine amade olduğunu söylüyor yalnızca. İnsanlar senelerdir hürriyet, özgürlük, demokrasi sözcükleriyle teskin ediliyor bu ülkede. Konuşmalarda, meclislerde coşkuyla bunlardan söz ediliyor. Kitaplar bunları yazıyor. Kitleler hürriyetlerinden memnun her akşam özgür(!) ülkelerinde televizyonun karşısına keyif ve mutlulukla uzanırken, farkında olmadan batılın erleri haline geliyorlar. Şu kutsal ve putsal sözcüklere tek laf etmenizle ortalık ayağa kalkabilir. Oysa kendilerini başta siyonizm, sonra bekçisi "Avrupa Avrupa" sonra onların uşağı türlü çeşit politikacı her gün çiğneyip geçiyor. Televizyonda bunları keyifle izliyor özgür ve demokratik ülkenin hür düşünceli insanı. Hiç kanına dokunmuyor. İngiliz casuslarının İtiraflarını okuduktan sonra George Orwell'ın Hayvan Çiftliği'ni de okuyun derim. 
İnsan düşünmedikten sonra, yapılarlarla söyleneler arasındaki ilişkiyi muhasebe etmedikten sonra her daim farkında olmayarak da olsa şeytanın yardımcılığını yapar. Bu yüzden düşüneceğiz, Necd'li Muhammed gibi özgürce(!) değil ama. Kur'an ve sünnet ile, ulemanın sözleri ile düşüneceğiz. Allah kalplerimizi İslam'la doldursun ve İslam'la doyursun.