28 Ağustos 2013 Çarşamba

Nurullah Ataç, "Kızılay durağında otobüs bekledim." sözü düz yazıdır. "Otobüs bekledim Kzızlay durağında" biraz şiirsel, "otobüsler bekledim kızılay durağında" ise düpedüz şiirdir" demiş. anlatılan aynı, fakat sonuncusu daha gizemli, merak, hüzün, hasret uyandıran bir havaya sahip. duygu yoğunluğuna sebep oluyor. çoğu yazar da bu oltaya takılıp, daha etkileyici, daha duygusal olalım diyerek her cümlesini böyle kuruyor. Nazan Bekiroğlu bunlardan biridir. öyle yerler gelir ki, "yanyana değil de alt alta dizseymiş şiir olacakmış." dersiniz. yine de şiir değildir yazılan. düz yazıdır. anlatılan bir olay vardır. her cümle şiir gibi olunca yorulursunuz. anlatım dağılır, savruklaşır. Düz yazıda maharet tek cümlede aranamaz o yüzden. cümleler tek tek kendini belli etmese de anlatım gerçeğin parçası gibidir. Nazan Bekiroğlu'nu severim ama. Üstelik burada eleştirdiğim şeyi yapmaktan geri duramadığrım zamanlar da  olur.
Bir de altı çizilecek cümleler kurmak uğruna olayları kurban edenler var. Romancısın arkadaş! Romancılığını bil diyesim geliyor bazen. altı çizilecek cümleler olmasın demiyorum. ama aslında deneme konusu olan şeylerin "daha fazla okutmak" amacıyla romanın içine sokuşturulmasına da kızıyorum. Buna bir örnek Murathan Mungan'ın "Şairin Romanı" kitabıydı. İsmi kitabı anlatmak bakımından epeyce açıklayıcı aslında. Okurken neredeyse her sayfada dört beş tane altını çizeceğiniz, duvarınıza asacağınız, twitter'da paylaşacağınız cinsten bilgece, manidar cümleler oluyor. Fakat kitapta anlatılan olaylardan çok Murathan Mungan'ın şiire, sanata dair fikirleri. Okumayın demem. Bilakis şiir sever bir insanın şöyle bir eline kahvesini, öbür eline kitabını alıp, kış günü battaniyesinin altına, yaz günü asma yapraklarıyla sarılı balkonuna oturup, sırf edebi zevk adına okuyacağı türden bir kitap. Yalnız derim ki, roman değil, deneme diyerek başlayın kitaba. aksi takdirde hayalkırıklığı mümkün.
Roman yazarın düşüncelerini vermek için kullandığı bir araç olmamalı. Evet, romanlar belli düşünceleri verir. fakat verdiği fikir olayın ta kendisidir. nasıl gerçek hayatta yaşar, ve öğreniriz, romanda da öyledir. belki kitaba tek bir düşünce, tek bir his hakimdir, ama bu fikir insanın içine işler, çoğu zaman insanlar bu yüzden romandan aldıklarını tanımlayamıyor. Romanlar da "faydasız kitaplar" olarak nitelendiriliyor. Sen sanatı "fayda" sözcüğüyle ele alırsan sonunda elinde ne sanat kalır ne fayda. Fayda neyin nesidir arkadaş! "domatesin faydaları" der gibi. Fayda sanki bir şeylerin içinden emilip alınıveren, bu gün aldı mı yarın kullanılan, ihtiyaç kalmadı mı da fırlatıp atılan bir şey gibi. Kitaplar da "faydalı eserler" ve "faydasız eserler olarak ayrılıyor bu yüzden. Lafı bir ağaç kütüğüne anlatan "şu yapılmalı, bu yapılmamalı", "bu iyi, işte bu da kötü" kitapları "faydalı eser", insanı önce saran, sözü akıldan evvel kalbe anlatan, ufkunu genişleten, insanı belli kalıpların içine sokmak yerine ona semanın kapılarını açan şiir ve roman, "faydasız eser", "boş vakit eğlencesi" oluyor. Bu sınıflandırmayı yapanın kendisi okumuyor besbelli, hikmetten habersiz hocanın öğüdü hangi talebeye feyz versin? "Okuyun yavrum okuyun. Çok faydalıdır okumak!"
İnsan bilgiden önce akletmeyi, sevmeden önce kalbetmeyi öğrenecek. Yoksa işte böyle kıssalar faydasız, hisseler faydalı olur. Heeey, sen daha uyu arkadaş, kıssayı bilmeyene hissenin ne hayrı olur?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder