13 Ağustos 2013 Salı

SEFİLLER



Aylardır, hatta bir yılı aşkın bir süredir yazmadım. Şimdi gecenin bir vakti yazıyorum.
 

 

Son okuduğum kitap Sefiller. Okumadan önce muhakkak orijinalinden okunmalı diye düşündüğüm bu kitap, okuduktan sonra bana; “bazı yerleri kesmek fena olmazdı.” diye düşündürdü. Yine de eğer kısaltılmış  bir versiyonunu alsaydım şimdi beğenerek okuduğum pek çok yer olmayabilirdi. Kısaltılmış eserlere pek güvenim yok. Siz de benim gibi düşünenlerdenseniz kitabın orijinalini alın derim. Hangi yayından seçmek gerektiğine gelince, internet taraması sırasında karşınıza pek çok farklı yayın çıktığında kafanız karışabilir. İnsan hangisini seçeceğini bilemiyor. Ben sayfaların kokusunu içime çekmeden seçemeyeceğime karar verip kitapçıya gittim. İyi de oldu. Seçeneklerim 50-60’tan 5-6’ya düştü. Özet olanları ve Antik Yayınlarını –Bilenler bilir, Antik en kötülerinden biridir, insan nasıl da bunca kitapçıya sızabildiğine şaşıp kalıyor- eleyince elimde iki seçenek kaldı; Ötüken ve İmge. Daha önce İmge’den yalnızca bir kitap okumuş olduğumdan Ötüken’e meyilli hissediyordum. Ama iki kitabı önüme açıp çevirileri karşılaştırdığımda İmge’yi çok daha iyi buldum ve onu almaya karar verdim. Bu kitap bana iki türlü çok pahalıya mal oldu;
Birincisi, tek pakette satılan 2 cildi ayrı ayrı kasadan geçiren kasiyer yüzünden iki kat fiyat ödemiş oldum. Bunu eve gelince fark ettim ama fişi ortalıktan yok olmuştu.
İkincisi ise okuma zorluğu ve sık sık olaydan tamamen kopup 40 sayfa sonra dönen Hugo amcamız sayesinde epeyce zaman da kaybetmiş olmamdı.
Neyse, canımız sağ olsun. Gelgelelim bunca teferruattan sonra kitaba… Sevgili okurlarımın bana lafı bunca uzattığım için kızmayacaklarını umuyorum. Çünkü bu kitap Sefiller’i orijinalinden okumaya azmetmişler için bir sabır sınavıdır. Bunu okumak sizi sinirlendiriyorsa, Sefiller’i okurken köpürmeyeceğinize garanti veremem. Ne diyorduk? Evet, Sefiller…
Her şeyden önce Victor Hugo ateşli fikirleri, kahramanlarını merhametle kucaklayan halleri, bir türlü sadede gelemeyişiyle en büyük romantikler arasındaki yerini sonuna kadar hak ediyor. Zaman zaman kızdım, zaman zaman bir babadan çok bir anneyi anımsatan şefkatine hayran oldum; pek çok yerde de adalet algısına ve sağlam fikirlerini yumuşacık anlatan diline hayran kaldım.
Din’e dair, duaya dair görüşlerine insan en azından “ iyi dedin” demeden geçemiyor. Kadınlara, aileye ve sokaklara dair görüşleri ise çok içten, samimi ve çok gerçek. Bu kitap Müslüman’ı dindar, okuyanı yazar, farklı düşüneni devrimci, cömerdi vakıfçı, seveni aşık edecek cinsten. Verdiği şey coşku, coşku, coşku! Her ne yapacaksan cesaretle atılmana sebep oluyor. Görüyorsunuz, 1 yıldır yazmayan beni bilgisayarın başına oturttu, gerçi o mu oturttu bilinmez, olsun…
Kitap beklentileri yalancı çıkarmıyor, sefaleti sokak sokak anlatıyor. Dedikodunun fahişeliğe sürüklediği bir kadın, annesinden “bakmaları karşılığında(!)” para aldıkları çocuğa hizmetçilik yaptıran aile, kendilerine yardıma geleni soyan insanlar, öz evlatlarını sokağa terk edenler, kardeşleri olduğunu bilmeden olmayan ekmeğini küçüklerle paylaşan bir çocuk… Elbette ki bu kitabın baş karakteri bir ekmek çaldığı için 19 yıl kürek mahkumu olan, sonra da seneler boyu kaçan, isim değiştiren, ev değiştiren, şehir ve ülke değiştiren bir adam olacak. Bunun adı Paris hukuku, vakit, 19. Yüzyıl! İslam’da aç olup da ekmek çalana bir ceza yoktur. Aksine, onun aç olduğunu bile bile umursamayan komşunun, akrabanın, devletin suçudur bu. Bunun adı İslam hukuku, vakit 7. Yüzyıl! Şimdi varın siz hesap edin. Hak nedir, adalet nedir? Bir şeyin doğruluğunu hesap ederken çağa mı bakıyoruz, çağlara uzanmış adalete, Hakka, gerçeğe mi?
Bunlar dünya gerçeği, acıdır. Bir de bizim inkılap gerçeği var ki acıdan da acıdır! Aile ve borçlar hukuku İsviçre’den, ceza hukuku Almanya ve İtalya’dan, idare hukuku Fransa’dan!, ticaret hukuku ise eşsiz Avrupa ülkelerinin bir karması olarak gelip hayatımıza böylece yerleşti. Hepsini en son çıkanından aldık ki, geri kalmayalım (!).
_____________________________________________________
Kitap bir yanda adaleti sorgularken öbür tarafta “İnsan değişebilir mi?” sorusuna değiniyor. Bir yanda “insan ya iyi ya kötüdür, değişmez!” diyerek acıma duygusunu ayaklarının altına alıp sonuna kadar kanunların dediğinden taviz vermeyen Javert, öte yanda seneler boyu kendiyle, sonra toplumla mücadele veren, iyi olmak isteyen, fakat toplumun iyi olmasına izin vermeyen parmaklıklarından çıkamayan Jean Valjean. Ya kanundan kaçarak iyi olacak, ya da sefalet içinde ölecek. Yine Fantine… Ya namusundan ya insanlığından vazgeçecek… En zavallısı Cosette, en zavallı hep çocuklar olur, onun seçme şansı hiç yok. Ya 6 yaşında iş yükünün altında ezilecek, ya yediği dayağın altında. Birini kanunlar, birini toplum, birini kimsesizlik sefalete mahkum ediyor.
_______________________________________________________
İşte bu hislerle okudum Sefilleri. Okuyun derim. Romancılık açısından tartışılır fakat felsefi ve toplumsal açıdan bir harikadır Sefiller.
Elhamdülillah bugün yazdım. Bir dahaki sefere Allah kerim… Neyse, Sefiller epeyce gider, o bitmeden ben yine yazarım İnşallah…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder